Mansuroğlu Mah. 288/6 Sk. No: 12/2, Bayraklı / İzmir

Güvenlik soruşturması kararlarına karşı dava – İzmir Avukat

20.12.2024
108
Güvenlik soruşturması kararlarına karşı dava – İzmir Avukat

Kamu hizmetine girmek isteyen birçok aday, güvenlik soruşturması veya arşiv araştırması sonucunun olumsuz çıkması nedeniyle atama veya göreve başlatılmama gibi idari yaptırımlarla karşılaşmaktadır. Ancak güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması tek başına adayın kamu görevine alınmaması için bir kader değildir. İlgili kişiler, bu tür olumsuz idari kararlara karşı iptal davası açarak yargı yoluyla haklarını arayabilmektedir. Bu makalede, güvenlik soruşturması sürecinin yasal dayanakları ve Anayasa tarafından korunan haklar ışığında idarenin takdir yetkisi ile yargı denetimi ilişkisi ele alınacak; idari işlemin unsurlarına göre olumsuz kararların hukuka uygunluğu değerlendirilecek; dava açılabilecek mahkemeler ve süreleri belirtilecek; Danıştay’ın emsal kararları ve içtihatlarından örnekler sunulacak ve avukatlar için etkili dava stratejileri (örneğin yürütmenin durdurulması talebi, dilekçe hazırlarken dikkat edilecek hususlar) önerilecektir.

Güvenlik Soruşturması: Yasal Dayanaklar ve Kapsam

Güvenlik soruşturması, kamu kurum ve kuruluşlarında göreve alınacak kişiler hakkında yapılan arşiv araştırması ve istihbarat incelemelerini ifade eder. Türkiye’de güvenlik soruşturmalarının yasal dayanağı uzun yıllar 4045 sayılı Kanun olmuştur. 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesi, devletin güvenliği veya gizliliği açısından kritik birimlerde (örneğin Genelkurmay, Millî Savunma Bakanlığı, Emniyet, Jandarma, istihbarat teşkilatları ile ceza infaz kurumları gibi yerlerde) çalışacak kamu personeli hakkında güvenlik soruşturması yapılmasını öngörmüştür.

Zamanla, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ve yasal düzenlemelerle güvenlik soruşturması uygulamasının kapsamı genişletilmiştir. Bu süreçte güvenlik soruşturması, neredeyse tüm kamu kurumlarına girişte genel bir tarama haline gelmiştir. Ancak, güvenlik soruşturmalarının hukuki zemini ve sınırları konusunda ciddi tartışmalar doğmuş; özellikle kişisel verilerin korunması ve temel hakların ihlâli riski gündeme gelmiştir.

Bu tartışmalar sonucunda Anayasa Mahkemesi’nin müdahalesiyle mevcut mevzuatta önemli değişiklikler yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi 19/02/2020 tarihli kararında, 4045 sayılı Kanun’un güvenlik soruşturmasına ilişkin bazı hükümlerini iptal ederek, güvenlik soruşturması sırasında elde edilen kişisel verilerin kanuni güvenceler olmaksızın toplanıp kullanılmasının Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme, kanuni dayanak ve temel ilke olmaksızın kişisel verilerin alınmasına izin veren düzenlemelerin özel hayatın gizliliği ve veri mahremiyeti ilkelerini ihlâl ettiğini vurgulamıştır. Bu iptal kararları sonrasında, güvenlik soruşturmalarının mevzuat altyapısını güçlendirmek amacıyla 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu çıkarılmış ve 7 Nisan 2021 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece mülga (yürürlükten kalkmış) 4045 sayılı Kanun yerine, güvenlik soruşturmalarının kapsamını ve usulünü ayrıntılı düzenleyen yeni bir yasal çerçeve oluşturulmuştur. Güncel uygulamada güvenlik soruşturmaları, 7315 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelik hükümlerine uygun şekilde yürütülmek zorundadır. Yine de idarenin bu süreci yürütürken hukukun temel ilkelerine riayet etmesi ve kişilerin anayasal haklarını gözetmesi gerekmektedir.

Kamu Hizmetine Girme Hakkı ve Anayasal Güvenceler

Güvenlik soruşturması uygulamasını değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, kamu hizmetine girme hakkının Anayasal bir güvence altında olduğudur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 70. maddesi açıkça Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez demektedir. Bu hüküm, devlet memurluğuna alınmada liyakat ve objektif ölçütler dışında keyfi veya ayrımcı kriterlerin uygulanamayacağını vurgular. Dolayısıyla, bir adayın güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle kamu görevine alınmaması, ancak bu sonucun ilgili görevin gerektirdiği niteliklerle doğrudan bağlantılı ve hukuken meşru olması halinde Anayasa’ya uygun sayılabilir. Aksi halde, Anayasa m.70’e göre bireyin kamu hizmetine girme hakkı ve eşitlik ilkesi ihlâl edilmiş olacaktır.

Anayasa’daki bu güvenceler ışığında, idare güvenlik soruşturmasını bir eleme aracı olarak kullanırken çok dikkatli olmak zorundadır. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla ve ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak sınırlandırılabileceğini belirtir. 70. madde kapsamındaki kamu hizmetine girme hakkı da kanunla getirilen güvenlik şartlarıyla sınırlandırılabilir; ancak bu sınırlama, hukuka uygun bir amaç taşımalı ve ölçülü olmalıdır. **Ölçülülük ilkesi** gereğince, adayın kamu görevine alınmasını engelleyen neden somut, ciddi ve görevin niteliğiyle orantılı bir risk oluşturmalıdır. Örneğin, bir adayın ulusal güvenliği tehdit eden terör örgütleriyle iltisakı somut delillerle ortaya konulursa, bu durumda kamu yararı gerekçesiyle göreve alınmaması anlaşılabilir. Buna karşılık, net olmayan, soyut şüpheler veya adayın kendisinin işlemediği fiiller (örneğin aile bireylerinin sabıka kaydı gibi) güvenlik soruşturmasında olumsuz olarak değerlendirilip kişinin haklarını sınırlamamalıdır. Anayasa Mahkemesi de bu doğrultuda, güvenlik soruşturması kapsamında elde edilen bilgilerin kullanılması konusunda kanuni güvenceler bulunmadığında özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğini tespit etmiştir. Kişisel verilerin korunması hakkı (Anayasa m.20) uyarınca, bireyler hakkında toplanan istihbari bilgilerin nasıl işleneceği, kimlerle paylaşılacağı ve hangi durumda kişinin aleyhine kullanılabileceği hususları yasayla belirlenmeli; idare keyfi uygulamalardan kaçınmalıdır.

İdarenin Takdir Yetkisi ve Yargısal Denetim

Güvenlik soruşturması sonucunda bir adayın kamu görevine uygun bulunup bulunmaması hususu, idareye belli ölçüde takdir yetkisi tanıyan bir alandır. İdare, elde ettiği bulgular ışığında adayın göreve alınmasında sakınca görürse atama yapmama yönünde karar verebilir. Nitekim uygulamada idareler, güvenlik soruşturması olumsuz neticelenen kişiler hakkında “takdir hakkını olumsuz kullanarak” işlemler tesis ettiklerini savunmaktadır. Ancak idarenin takdir yetkisi, hukukun genel prensipleri ve kanuni sınırlar içerisinde kullanılmak zorundadır. Takdir yetkisi, idareye keyfilik tanımaz; bilakis kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda objektif ve makul bir değerlendirme yapma yükümlülüğü yükler. İdarenin bir adayı göreve almama yönündeki kararı, dayanağını oluşturan olgular bakımından gerçeğe uygun olmalı ve hukuken geçerli sebeplere dayanmalıdır. Aksi takdirde, görünüşte takdir yetkisi içinde alınmış gibi duran bir karar gerçekte hukuka aykırı olacaktır.

İdarenin işlemleri üzerindeki yargısal denetim, özellikle takdir yetkisinin sınırlarının aşılmamasını sağlamaya yöneliktir. İdari yargı mercileri (idare mahkemeleri ve gerekirse Danıştay), idarenin takdir yetkisini kullanırken hukuka uygun davranıp davranmadığını denetler. Burada dikkat edilmesi gereken, mahkemelerin idarenin yerine geçerek yeni bir takdir kullanmamasıdır; yani yargı mercileri yerindelik denetimi yapmaz. Bunun yerine mahkeme, idari işlemin kanuna, Anayasa’ya, üst normlara ve hizmet gereklerine uygun olup olmadığını, takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanılıp kullanılmadığını inceler. Eğer idarenin kararında açık bir hukuka aykırılık tespit edilirse (örneğin, idare yanlış bir hukuki gerekçeye dayanmışsa, olgusal durumu hatalı değerlendirmişse veya ölçüsüz bir sonuç doğurmuşsa), mahkeme o işlemi iptal eder. Bu yönüyle, “idarenin takdir yetkisi de yargı denetimine tabidir” ilkesi idare hukukunun temel taşlarındandır. Özellikle güvenlik soruşturmasına dayalı olumsuz kararlarda, idarenin güvenlik gerekçesiyle takdir yetkisini kullandığını belirtmesi yargı denetimini engellemez; tam tersine mahkeme, ileri sürülen güvenlik gerekçesinin nesnel ve hukuken geçerli olup olmadığını titizlikle değerlendirir.

İlginizi Çekebilir:  Vergi Borcu Nedir? Vergi Borcuna İtiraz Yapılabilir mi?

İdari İşlemin Unsurları Işığında Olumsuz Kararların Değerlendirilmesi

Bir idari işlemin hukuka uygunluğu, o işlemin unsurları bakımından yapılan değerlendirmeyle ortaya konulur. İdare hukukunda genel kabul gören idari işlem unsurları yetki, şekil (usul), sebep, konu ve maksat (amaç) olarak sayılır. Güvenlik soruşturması neticesinde verilen olumsuz kararlar da bu unsurlar açısından incelenerek hukuka uygun olup olmadığı saptanabilir:

  • Yetki: İdari işlemi tesis eden makamın, kanunen o işlemi yapmaya yetkili olması gerekir. Güvenlik soruşturması sonucunda atamama kararı genellikle ilgili kurumun atamaya yetkili amiri veya özel değerlendirme komisyonları tarafından alınır. İşlemin, yetkili merci tarafından tesis edilmemesi (örneğin kararı almaya yetkisi olmayan bir birimin işlem yapması) hukuka aykırılık oluşturur. Ayrıca 7315 sayılı Kanun gereği güvenlik soruşturmasını yapacak merciler ve onay mercileri belirlenmiştir; bu prosedüre aykırı hareket edilmesi yetki unsuru bakımından sakatlık doğuracaktır.

 

  • Şekil (Usul): İdarenin işlemi gerçekleştirmeden önce ve yaparken uyması gereken usuli kurallar vardır. Güvenlik soruşturmasında usul, soruşturmanın gizliliği nedeniyle belli yönlerden farklı olsa da, örneğin bir değerlendirme komisyonu kurulması ve aday hakkında elde edilen bilgilerin bu komisyonda görüşülmesi gerekebilir. Usul unsuru kapsamında, adayın soruşturma sonucu hakkında bilgilendirilmesi ve kararın yazılı bir şekilde gerekçeli olarak bildirilmesi de önemlidir. Her ne kadar güvenlik soruşturması sonuçları genellikle detaylı gerekçe içermezse de, idarenin mahkemeye karşı savunmasında somut gerekçelerini ortaya koyması zorunludur. Usul kurallarına aykırı hareket (örneğin yönetmelikle öngörülen komisyonun toplanmaması veya kararın usulüne uygun tebliğ edilmemesi) işlemin iptal sebebi olabilir.

 

  • Sebep: Sebep unsuru, idareyi işlem yapmaya sevk eden maddi ve hukuki nedenleri ifade eder. Güvenlik soruşturması özelinde, bir aday hakkında olumsuz değerlendirme yapılmasının sebebi; adayın geçmişte işlemiş olduğu bir suç, hakkında devam eden bir ceza soruşturması, terör örgütleriyle iltisak iddiaları veya benzeri güvenlik riskine işaret eden kayıtlardır. Bu maddi nedenlerin gerçek, somut ve hukuken geçerli olması gerekir. Örneğin, adayın sabıka kaydında yer almayan, sadece istihbari raporlara dayanan soyut kanaatler veya dedikodular hukuken geçerli sebep teşkil etmez. Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, güvenlik soruşturmasında aday aleyhine ortaya konulan bilgi, en azından objektif bir olguya dayanmalıdır; aksi halde idarenin işleminin sebep unsurunda hukuka aykırılık bulunacaktır. Nitekim bir davada, aday hakkında yürütülen ceza davası beraat ile sonuçlanmış ve kesinleşmiş olmasına rağmen sırf geçmişte böyle bir dava açılmış olmasını idare olumsuz sebep saymış; mahkeme ise ortada mahkûmiyet gibi somut bir olumsuzluk olmadığı için işlemi iptal etmiştir. Bu örnek, sebep unsurunun ne denli kritik olduğunu göstermektedir.

 

  • Konu: İdari işlemin hukuki sonucunu oluşturan konu unsuru, güvenlik soruşturması bağlamında adayın kamu görevine alınmaması veya ilişiğinin kesilmesi şeklinde tezahür eder. İşlemin konusu, hukuka ve hizmet gereklerine aykırı olamaz. Eğer adayın kamu görevine alınmaması yönündeki işlem, dayandığı sebep meşru olmadığı için hukuka aykırıysa, zaten konu unsuru da sakatlanmış olur. Konu unsuru ayrıca, yaptırımın veya sonucun orantılı olup olmadığını içerir. Örneğin çok hafif bir kusur veya eski bir olay nedeniyle en ağır sonucu doğuracak şekilde adayın tamamen kamu hizmetinden men edilmesi, konu yönünden ölçüsüz sayılabilir. İdare, güvenlik riski tespit ettiğinde daha hafif bir yöntemle de çözüm bulabilir (örneğin adayı daha az kritik bir pozisyona yönlendirmek gibi); her durumda verilen kararın konusu, kamu yararı ile bireyin hakları arasında makul bir denge gözetmelidir.

 

  • Amaç (Maksat): Her idari işlem, kamu yararı amacına yönelik olmalıdır. Güvenlik soruşturmasında amaç, kamu hizmetinin güvenilir kişilere gördürülmesi ve milli güvenliğin korunmasıdır. Kararın amacı dışında saiklerle alınması (örneğin belli siyasi görüşteki kişileri saf dışı bırakmak veya ayrımcılık yapmak için güvenlik soruşturmasının bahane edilmesi) hukuka aykırıdır. İdare hukuku doktrininde bu durum gaye saptırması yasağı ile ifade edilir: görünürde meşru bir sebeple yapılan işlemin gerçek amacının hukuka aykırı olması durumunda işlem iptal edilir. Dolayısıyla, eğer güvenlik soruşturması olumsuz kararı kamu güvenliği sağlama amacını değil de, aslında adayın ifade özgürlüğünü cezalandırma gibi başka bir amacı taşıyorsa, maksat unsuru yönünden sakatlık söz konusudur. Danıştay, bu tür durumlarda işlem metnindeki gerekçe yasal olsa bile gerçek amaç hukuka aykırıysa iptal kararı verebilmektedir. Avukatlar, dava dilekçelerinde idarenin olası amacı konusunu araştırmalı ve işlemde bir güdü saptırması (détournement de pouvoir) olup olmadığını sorgulamalıdır.

İptal Davası Açılması: Görevli Mahkeme ve Süre

Güvenlik soruşturması olumsuz neticesine karşı başvurulacak yargı yolu, idari yargı mercileridir. İdarenin atamama veya ilişik kesme işlemi, bireysel bir idari işlem olduğundan, bu işlemin iptali için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) uyarınca yetkili idare mahkemesinde dava açılması gerekir. Kural olarak, davanın görevli mahkemesi, işlemi yapan idarenin bulunduğu yer idare mahkemesidir. Örneğin, atama kararı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ankara’da verildiyse Ankara idare mahkemeleri görevli olacaktır. Ancak personel alımı ülke çapında merkezi bir sınav veya karar ile yapıldıysa, yetki konusunda özel düzenlemeler de göz önüne alınabilir. Genel çerçevede, davacı (aday), ikametgahının bulunduğu yerdeki idare mahkemesinde de dava açmayı tercih edebilir; zira idari yargılama usulü, idari işlemin ilgilinin ikametgahında etkisini göstermesi durumunda oradaki mahkemede de dava açılabilmesine imkan tanımaktadır. Bu noktada doğru mahkemede dava açılması, görev ve yetki itirazları ile davanın usulden reddedilmemesi açısından kritiktir. Gerek duyulursa, dava dilekçesinde tereddüt edilen yetki hususunda “tercihli yetki” kuralına atıf yapılarak mahkemenin belirlenmesi talep edilebilir.

İdari davalarda dava açma süresi çok önemli bir usuli şarttır. İYUK m.7’ye göre, ilgililer kendilerine tebliğ edilen idari işlemlere karşı genel olarak 60 gün içinde iptal davası açmalıdır. Nitekim idare hukuku uygulamasında idare mahkemelerinde dava açma süresi kural olarak altmış gün, vergi mahkemelerinde otuz gün olarak belirlenmiştir. Bu süre, güvenlik soruşturması sonucu olumsuz kararın ilgiliye tebliğ edildiği (ya da ilgilinin karardan kesin olarak haberdar olduğu) tarihten itibaren işlemeye başlar. Süre geçtikten sonra açılan davalar süre aşımı nedeniyle reddedileceğinden, adaylar ve avukatları bu 60 günlük süreyi dikkatle takip etmelidir. Bazı durumlarda, kişi aynı zamanda idareye bir itiraz veya yeniden inceleme başvurusu da yapmak isteyebilir (İYUK m.11 çerçevesinde); ancak bu idari başvuru, dava açma süresini durdurmaz, yalnızca idareye başvuru yoluna gidildiği takdirde ve idare cevap vermediği sürece, zımnen ret kararı ile ek bir 60 günlük süre yeniden işlemeye başlayabilir. Bu gibi usuli taktikler dikkatlice kullanılmalı ve mümkünse bir hukukçu danışmanlığında karar verilmelidir. Genel olarak tavsiye edilen, güvenlik soruşturması olumsuz kararına karşı doğrudan doğruya idari dava açmak ve süreyi geçirmemektir.

İlginizi Çekebilir:  Karar düzeltme başvurularına karşı cevap

Dava açıldıktan sonra süreç, idare mahkemesinde görülerek başlayacaktır. İdare mahkemesinin kararına karşı taraflar, kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde bölge idare mahkemesi nezdinde istinaf yoluna başvurabilir. Bölge idare mahkemesinin (istinaf merciinin) kararları bazı hallerde kesin olsa da, eğer ortada ilk derece mahkemesi kararının onanması veya kaldırılması yönünde bir istinaf kararı varsa, çoğunlukla Danıştay’a temyiz yolu da açık olabilmektedir. Özellikle güvenlik soruşturması ile ilgili davalar, kamu personel rejimi ve temel haklar boyutu içerdiğinden, Danıştay’ın çeşitli daireleri (örneğin 8. Daire, 12. Daire gibi) tarafından temyiz aşamasında ele alınmış ve emsal nitelikte kararlar verilmiştir. Aşağıda, bu kararlardan bazılarına ve genel eğilime değinilmektedir.

Danıştay’ın Emsal Kararları ve İçe Bakış

Güvenlik soruşturması kaynaklı uyuşmazlıklarda Danıştay’ın vermiş olduğu kararlar, hem idarenin hem de ilk derece mahkemelerinin nasıl hareket etmesi gerektiğine dair önemli ilkeler ortaya koymuştur. Genel olarak Danıştay kararları, idarenin güvenlik gerekçesiyle aldığı olumsuz kararlarda somut ve hukuken geçerli nedenlerin bulunması gerektiğini vurgular. Örneğin, Danıştay’ın onayından geçen bir ilk derece mahkemesi kararında, aday hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı veya hukuken geçerli somut bir olgu bulunmadığı halde salt güvenlik soruşturmasının “olumsuz” olduğu gerekçesiyle askeri okuldan ilişiğin kesilmesi hukuka aykırı bulunmuş ve iptaline hükmedilmiştir. İlgili olayda davacı hakkında uyuşturucu ticareti suçlamasıyla bir ceza davası açılmışsa da, yargılama beraatle sonuçlanıp kesinleşmişti; dolayısıyla ortada adayın göreve alınmasına engel teşkil edecek kesin bir mahkumiyet yoktu. Mahkeme, bu durumda yalnızca devam etmiş ancak beraatle neticelenmiş bir soruşturma bilgisinin, kişiyi kamu görevinden uzak tutmak için yeterli görülmesini hukuka aykırı ve hakkaniyete aykırı bulmuştur. Bu karar, güvenlik soruşturması raporlarında yer alan bilgilerin yargı süzgecinden geçirildiğinde ne şekilde değerlendirildiğini göstermektedir: Somut bir tehlike veya suç isnadı ispatlanmadıkça, aday aleyhine yorum yapmak hukuk devleti ilkesine ters düşer.

Öte yandan Danıştay, bazı kararlarında belirli mevzuat hükümlerine dayanarak idarenin takdirini haklı bulmuştur. Özellikle kolluk kuvvetleri, TSK gibi kritik kurumların personel alımlarında çıkarılan yönetmeliklerde, adaylar hakkında “devam eden ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmaması” gibi şartlar aranmaktadır. Nitekim Danıştay 8. Dairesi, astsubay alımına ilişkin bir yönetmelikte yer alan “taksirli suçlar hariç, herhangi bir suçtan soruşturma veya kovuşturma altında olmamak” şartına dayanarak, hakkında ceza davası devam eden bir adayın okuldan çıkarılmasını hukuka uygun bulmuştur. Bu kararda Danıştay, mevzuatta açıkça öngörülen nitelikleri taşımayan (yani kovuşturma altında olan) bir adayın ilişiğinin kesilmesinin idarenin takdir yetkisi dahilinde ve hukuk düzenine uygun olduğuna hükmetmiştir. Ancak bu durum, istisnai bir özel düzenlemenin varlığına dayanmaktadır. Bir başka deyişle, eğer ilgili alım yönetmeliği veya kanun, açık bir şekilde belli durumları (devam eden ceza soruşturması, belirli suçlardan hüküm giymiş olma vs.) görev almaya engel sayıyorsa, Danıştay bu kuralların uygulanmasını genellikle hukuka aykırı bulmamaktadır, zira bu noktada idare takdir yetkisini değil, bağlı yetkisini kullanmaktadır.

**Bağlı yetki** durumlarında idarenin hareket alanı yoktur; koşullar sağlanmamışsa atama yapmamak zorundadır. Örneğin, Polis Amirleri Eğitim Merkezi için getirilen “uyuşturucu suçundan hakkında adli veya idari soruşturma/kovuşturma bulunmamak” şartı, Danıştay tarafından üst normlara aykırı görülmediği takdirde uygulanacaktır. Ancak burada da üst norm denetimi gündeme gelebilir: Danıştay, böyle bir düzenlemenin Anayasa’ya veya yasalara aykırılığı iddiasını da inceleyebilir. Nitekim yukarıda anılan PAEM yönetmeliği hükmü Danıştay önünde Anayasa m.70 ve Devlet Memurları Kanunu’na aykırılık iddiasıyla da tartışılmıştır. Danıştay eğer düzenleyici işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna varırsa, iptal davası kapsamında o düzenlemenin iptali yönünde de hüküm tesis edebilir.

Danıştay içtihatlarında öne çıkan bir diğer tema, kişisel verilerin korunması ve özel hayatın gizliliği ilkelerinin güvenlik soruşturmalarında gözetilmesi gerektiğidir. Anayasa Mahkemesi’nin 2020 yılında 4045 sayılı Kanun’la ilgili iptal kararları ve bireysel başvuru kararları (örneğin F. S. ve T. D. kararları) sonrasında, Danıştay da elindeki davalarda bu gerekçeleri dikkate almıştır. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları şeklen ileriki tarihli olsa bile, hukuka aykırılığı saptanan kuralların geçmişe etkili şekilde değerlendirilmesi gerektiği yönünde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun önemli tespitleri mevcuttur. Örneğin Ankara 8. İdare Mahkemesi, 2020’deki iptal kararının ardından görüştüğü bir davada, 4045 sayılı Kanun’un ilgili fıkrası iptal edildiği için işlem temelinde artık yasal dayanak kalmadığını ve ayrıca kişisel verilerin korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek güvenlik soruşturması olumsuz kararını iptal etmiştir. Bu karar, Danıştay temyiz incelemesinden geçmiş ve güvenlik soruşturması mevzuatındaki eksikliklerin 2021’de kanun çıkarılarak giderildiği not edilmiştir. Kısacası, yargı mercileri güvenlik soruşturması işlemlerine bakarken bir yandan milli güvenlik ve kamu yararı gereklerini, diğer yandan bireylerin temel haklarını dengelemeye çalışmaktadır. Emsal kararlar, soyut güvenlik iddialarıyla bireylerin hayatlarını karartmaya yönelik işlemlere geçit verilmemesi yönündedir. Somut tehlike arz etmeyen veya hukuken suç sayılmayan durumların “sakıncalı” addolunarak işe almama gerekçesi yapılması halinde, yargı organları vatandaşları koruyucu bir rol üstlenmektedir.

 

Avukatlar İçin Dava Stratejileri ve Öneriler

Güvenlik soruşturması sonucu verilen olumsuz kararlara karşı dava açacak olan avukatlar, etkili bir strateji izleyerek müvekkillerinin hakkını aramalıdır. İşte bu tür davalarda başarı şansını artırmaya yönelik bazı önemli stratejiler ve öneriler:

  • Yürütmenin durdurulması talebi: Dava dilekçesiyle birlikte ivedi olarak yürütmenin durdurulması talebinde bulunmak genellikle kritik önem taşır. Zira olumsuz güvenlik soruşturması kararı, müvekkilin göreve başlamasını engellemekte ve belki de hayatında telafisi zor kayıplara yol açmaktadır (örneğin işsiz kalma, yaş haddinden dolayı bir daha başvurma imkanının olmayışı, maddi gelir kaybı gibi). İYUK m.27 uyarınca yürütmenin durdurulması kararı alabilmek için, idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve uygulanmaya devam edilirse telafisi güç zararlara yol açacak olması şartları bulunmaktadır. Dilekçede, işlemin hukuka aykırılığını gösteren unsurlar net bir şekilde ortaya konmalı ve işlemin devamının müvekkil açısından yaratacağı mağduriyet somut olgularla anlatılmalıdır. Örneğin, müvekkilin güvenlik soruşturmasında dayanak gösterilen iddianın zaten mahkemece çürütüldüğünü, buna rağmen atamasının yapılmamasının açık hukuka aykırılık teşkil ettiğini ve her geçen gün kariyerinden ve gelirinden mahrum kaldığını belirterek yürütmenin durdurulmasını talep etmek yerinde olacaktır. Birçok durumda, mahkemeler telafisi güç zarar kriterini kamu hizmetinin aksamaması ile başa baş değerlendirir; ancak bireyin temel haklarının korunması da bir o kadar önemlidir. Avukat, müvekkilin yaşadığı zararı güçlü ifadelerle ve mümkünse belgelerle (örneğin beraat kararı, takipsizlik kararı, sabıka kaydı temiz olduğuna dair belge vb.) destekleyerek ortaya koymalıdır.
İlginizi Çekebilir:  Mahkeme Kararını Yerine Getirmeyen Memurun Sorumluluğu Nedir?

 

  • Dilekçede Anayasal ve yasal dayanaklara vurgu: Dava dilekçesinde Anayasa’nın 70. maddesi başta olmak üzere ilgili tüm anayasal hükümler zikredilmelidir. Müvekkilin kamu hizmetine girme hakkının Anayasal bir hak olduğu, güvenlik soruşturmasının ise ancak kanunla ve meşru amaçlarla sınırlama getirebileceği anlatılmalıdır. Ayrıca Anayasa m.20’deki kişisel verilerin korunması hakkı ve özel hayatın gizliliği ilkesi de gündeme getirilmelidir. Güvenlik soruşturmasında müvekkil aleyhine kullanılan bilgilerin kaynağı, doğruluğu, güncelliği ve elde edilme yöntemi sorgulanarak, eğer bu bilgiler hukuka aykırı şekilde toplanmış veya gerçeği yansıtmayan nitelikteyse, bunun Anayasa’nın 20. maddesine aykırılık teşkil ettiği belirtilebilir. Bununla beraber, 7315 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri incelenerek idarenin bu kanundaki yükümlülüklerine uyup uymadığı irdelenmelidir. Örneğin, kanun gereği güvenlik soruşturmasını yapmaya yetkili mercilerin raporu üzerine üst değerlendirme komisyonunca karar alınması gerekiyorsa, dilekçede bu sürecin usulüne uygun işleyip işlemediği sorulmalıdır.

 

  • İdari işlemin unsurları tek tek ele alınmalı: Yukarıda detaylandırılan yetki, şekil, sebep, konu, amaç unsurları somut olaya tatbik edilerek dilekçede tartışılmalıdır. Avukatlar, müvekkil hakkında tesis edilen işlemin her bir unsurunu inceleyerek olası hukuka aykırılık noktalarını belirlemelidir. Örneğin, Yetki yönünden: Kararı imzalayan makamın yetkili olup olmadığı veya kararın yetkili merciin onayından geçip geçmediği kontrol edilmelidir. Usul yönünden: Müvekkil hakkında karar alınırken gerekli kurul/komisyon toplanmış mı, yoksa keyfi bir şekilde mi işlem yapılmış? Sebep yönünden: Olumsuz değerlendirmenin arkasındaki iddialar nelerdir? Bu iddialar gerçek midir, yoksa asılsız mıdır? Müvekkilin bir suça karıştığı iddia ediliyorsa, bununla ilgili yargı kararı var mıdır? Konu yönünden: Verilen ceza veya sonuç orantılı mıdır? Müvekkil küçük bir ihmal nedeniyle mi tamamen elenmiştir, yoksa gerçekten görevi yapmasına engel ciddi bir durum mu vardır? Amaç yönünden: İdare gerçekten kamu yararı ve hizmetin güvenliği amacıyla mı hareket etti, yoksa müvekkilin şahsına yönelik haksız bir tutum mu söz konusu? Bu soruların her biri, dilekçede ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmelidir. Böylece mahkemenin önüne, işlemin neden hukuka aykırı olduğuna dair kapsamlı bir analiz sunulmuş olacaktır.

 

  • Emsal içtihatları kullanma: Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin benzer konulardaki kararlarına atıf yapmak, davanın ciddiyetini ve hukuki temelini güçlendirecektir. Avukatlar, güvenlik soruşturması konusunda daha önce verilmiş iptal kararlarını araştırıp bulmalıdır. Örneğin, Danıştay 12. veya 8. Daire’nin benzer olaylardaki iptal kararları, içtihat birliği açısından değerlidir. Dilekçede, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun … tarih ve E:…, K:… sayılı kararında da güvenlik soruşturması kapsamında hiçbir somut gerekçe olmaksızın yapılan atama iptali işleminin hukuka aykırı bulunduğu şeklinde bir atıf yapmak, mahkemeye yol gösterici olacaktır. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarından (F.S. veya T.D. kararları gibi) ilgili alıntıları eklemek de faydalı olabilir. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de mahkemeler emsal kararlarla doğrudan bağlı olmasa da, özellikle yüksek mahkeme (Danıştay, Anayasa Mahkemesi) içtihatları alt mahkemeler üzerinde fiili bir yönlendirme etkisine sahiptir. Emsal kararları sunmak, hakimin benzer durumlarda ne şekilde düşündüğüne dair bir çerçeve sağlayacak ve davanın hukukiliğini pekiştirecektir.

 

  • Delillerin sunulması ve bilgi edinme talepleri: Güvenlik soruşturması sonucunda kişiye genellikle detaylı bir gerekçe sunulmamış olabilir. Bu durumda, avukatlar dava açmadan önce 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde müvekkil hakkında toplanan bilgileri talep etmeyi deneyebilir. İdare bu bilgileri vermese bile, en azından dava sürecinde mahkeme aracılığıyla ilgili güvenlik soruşturması raporunun ve dayanak belgelerin celbini istemek gerekir. Mahkeme, dosya üzerinden bu bilgileri inceledikten sonra karar verecektir. Avukat, eğer müvekkilinin masumiyetini veya güvenilirliğini gösteren deliller mevcutsa bunları sunmalıdır. Örneğin, müvekkil hakkında takipsizlik kararı verilmişse veya ceza davasında beraat etmişse, bu kararlar dilekçeye eklenmelidir. Yine, müvekkilin mesleki ve ahlaki durumu hakkında olumlu referanslar, daha önce güvenlik soruşturmasından geçmiş ve temiz rapor almış olduğu durumlar gibi unsurlar varsa belirtilebilir. Amaç, idarenin “sakıncalı” olarak nitelediği kişinin aslında kamu görevine layık ve ehil olduğunu ortaya koymaktır. Delillerle desteklenen bir başvuru, mahkeme nezdinde daha inandırıcı olacaktır.

 

  • Alternatif hukuki yollar ve bireysel başvuru: İdari yargı yolunda istenen sonuç alınamazsa, yani idare mahkemesi ve istinaf/temyiz süreçleri neticesinde de olumsuz karar hukuken kesinleşirse, pes edilmemelidir. Bu durumda müvekkil açısından Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu gündeme gelebilir. Kamu hizmetine girme hakkı, Anayasa m.70 bağlamında ve özel hayatın gizliliği ile bağlantılı olarak temel hak niteliğindedir. Nitekim daha önce benzer durumları yaşayan kişiler Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş ve Mahkeme bazı dosyalarda hak ihlâli kararı vererek yeniden yargılama yolunu açmıştır:contentReference[oaicite:22]{index=22}. Bu nedenle, iç hukuk yolları tükenirse müvekkile bireysel başvuru hakkı ve koşulları hakkında bilgilendirme yapılmalıdır. Aynı şekilde, gerekli görülürse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru seçeneği de mevcuttur; ancak öncelikle ulusal hukuk yollarının tamamının tüketilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Sonuç ve Değerlendirme

Güvenlik soruşturması sonucunda idare tarafından verilen olumsuz kararlar, kamu hizmetine alınmada güvenlik boyutunu gözeten önemli bir filtre olmakla birlikte, hukuka aykırı biçimde uygulandığında bireylerin kariyerini ve hayatını derinden etkileyen sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, idarenin takdir yetkisi kullanarak aldığı bu tür kararlar mutlak değildir ve yargı denetimine tabidir. Anayasa’nın 70. maddesinin güvence altına aldığı kamu hizmetine girme hakkı, ancak meşru ve hukuka uygun sebeplerle sınırlandırılabilir. İdari işlemin her unsurunun yargısal denetime açık olduğu ve idarenin hukuk sınırları içinde kalmak zorunda olduğu unutulmamalıdır. Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin emsal nitelikteki kararları, keyfi ve gerekçesiz uygulamalara karşı vatandaşların yanında olup, hukuk devletinin gereklerini ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, güvenlik soruşturması olumsuz da olsa, eğer kişi kendisine isnat edilen hususların yersiz veya dayanaksız olduğunu düşünüyorsa, iptal davası açarak hakkını aramalıdır. Bu süreçte izlenecek doğru strateji ve özenli bir hukuk mücadelesi ile birçok olumsuz kararın yargıdan dönebileceği tecrübe edilmiştir. Özellikle avukatlar için, bu alanda güncel içtihatları takip etmek, dilekçelerde hem mevzuata hem de somut delillere dayanarak güçlü bir argüman sunmak başarının anahtarıdır. Hukuk düzenimiz, idarenin işlemlerini her zaman hukuk sınavından geçirme imkanını tanıyarak bireylerin haklarını korumayı amaçlar. Güvenlik soruşturması gibi hassas bir alanda da nihai sözü söyleyecek olan, hukuk kuralları ve bağımsız yargı mercileridir. Bu nedenle, hiçbir olumsuz idari kararın sorgulanamaz olmadığı bilinciyle hareket edilmesi, hem bireylerin haklarının korunması hem de idarenin işlemlerinin şeffaf ve hesap verebilir olması açısından büyük önem taşır.

Avukat Ramazan Sertan Safsöz


Not: Bu makale genel bilgilendirme amaçlıdır. Her somut olay kendi koşullarına göre değerlendirilmelidir. Güvenlik soruşturmasıyla ilgili güncel mevzuat ve yargı kararları ışığında profesyonel hukuki destek almanız tavsiye olunur.

5/5 - (1 vote)
Ziyaretçi Yorumları

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Bir Yorum Yazın

Bilgi almak için bizi arayabilirsiniz.
Whatsapp
Safsöz Hukuk Bürosu
Safsöz Hukuk Bürosu
Merhaba!
Size nasıl yardımcı olabiliriz?
1